| İKİ 
                                      EV: Hangisini Seçiyorsun? Birinci 
                                      Ev!  Tanrı adil olanı yapacak…. 
                                      Bütün bunlar, Rab İsa alev alev yanan ateş 
                                      içinde güçlü melekleriyle gökten gelip göründüğü 
                                      zaman olacak. Rabb'imiz İsa, Tanrı’yı tanımayanları 
                                      ve kendisiyle ilgili müjdeye uymayanları 
                                      cezalandıracak. Böyleleri O’nun varlığından 
                                      ve gücünün yüceliğinden uzak kalarak sonsuza 
                                      dek mahvolma cezasına çarptırılacaklar. 
                                      2.Selanik. 1: 6-9  Gözlerini açtı… İlk gördüğü 
                                      şey, görememek oldu. Çünkü her taraf o kadar 
                                      karanlıktı ki! Şaşkın şaşkın etrafında bir 
                                      şeyler görmeye çalıştı ama nafile. Gözlerini 
                                      karanlığa alıştırmaya çalışıyordu. Bir kaç 
                                      kere sıkıca kapayıp açtı ancak zifiri karanlık 
                                      hala devam ediyordu. Zaman geçiyordu. Aslında 
                                      zaman var mıydı ondan bile emin değildi. 
                                      Bir türlü gözlerini karanlığa alıştıramıyordu. 
                                      Işık aradı. Tek bir ışık. Bir delikten sızan 
                                      küçük bir parıltıya bile razıydı. Etrafına 
                                      bakınmanın saçma olduğunu biliyordu ama 
                                      yine de etrafında şöyle bir döndü. Elleriyle 
                                      etrafı yoklamaya çalıştı. Elleri her defasında 
                                      boşa gidiyordu.  Tek hissedebildiği şey 
                                      tuhaf ve pis bir kokuydu. Havada baskın 
                                      ağır bir kükürt kokusu gittikçe yoğunlaşan 
                                      bir şekilde dağılıyordu. Boğulacağını sandı 
                                      bir an ama olmadı. Hala nefes alıyordu. 
                                      Ama her nefes alışı ona bir ıstırap oluyordu. 
                                      Her defasında çektiği hava ciğerlerine pis 
                                      kokuyla birlikte doluyor, midesini bulandırıyordu. 
                                      Bitsin diye düşündü ama bitmiyordu bir türlü. 
                                      Temiz hava aradı. Telaşla karanlıkta ilerledi. 
                                      Temiz hava almalıyım diye söylendi. Sağa 
                                      sola dönüyor bir duvar bir delik dokunabileceği 
                                      kaçabileceği bir şey arıyordu. Uzunca bir 
                                      süre sonra bundan vazgeçti. Yere çömeldi. 
                                      Yavaş yavaş kendi çaresizliğinin farkına 
                                      varmaya başlıyordu. Nerede olduğunu biliyordu 
                                      ama kendine itiraf edemiyordu. İçinde bir 
                                      kızgınlık ateşi yavaş yavaş kabarıyordu. 
                                      Belki siz pişmanlık duymasını bekliyordunuz 
                                      ama burada pişmanlık yoktur. “Cehennem” 
                                      diye fısıldadı. Sonunda kendini burada bulmuştu 
                                      işte. Anlatılanlar gibi değildi. Oysa dünyadaki evi ne kadar 
                                      güzeldi. Boğazın en güzel kıyısında iki 
                                      katlı muhteşem bir villası vardı. Onu herkese 
                                      göstermek için can atardı. Herkesin hayallerini 
                                      kurduğu evi o satın almıştı. Bu evin parası 
                                      için neler yapmıştı. Çalıştığı şirketin 
                                      kasasından kimsenin bilmediği bir para her 
                                      ay onun cebine giriyor böylece evin taksitlerini 
                                      ödeyebiliyordu. Canım zaten o parayı hak 
                                      etmişti. Maaşını hakkettiğinden daha fazla 
                                      çalışıyordu. Bu yüzden bu aldığı para hırsızlık 
                                      sayılmazdı. Mantığı ona bunları söylüyordu. 
                                      Evine baktıkça da bunun kötülüğünü unutup 
                                      gidiyordu. Yüzme havuzlu, bahçesi kocaman 
                                      bir evdi. İçi en güzel antikalarla döşenmiş 
                                      eşyalarla doluydu. Şimdi ise burada evinden 
                                      çok uzaktaydı. Aslında fark etti ki burası 
                                      onun gerçek eviydi. Anılarında bir dost 
                                      meclisine gitti. Bir içki sofrasında sabaha 
                                      karşı keyifleri yerindeydi. Sohbeti iyice 
                                      koyulaşmış, memleket meselelerine el atmış 
                                      sonunda konu dönüp dolaşıp dini işlere gelmişti. 
                                      Kimin daha dindar olduğunu tartışıyorlardı. 
                                      Birisi “ her şey kalpte mirim” dedi. “Allah 
                                      varmış yokmuş kimin umurunda, senin yüreğin 
                                      temizse gerisini boş ver” Bir tanesi de 
                                      “Cennette, cehennemde işte bu dünya” diye 
                                      bilmiş bilmiş konuştu. “Senin durumun iyiyse 
                                      cennettesin, değilse ondan iyi cehennem 
                                      mi olurmuş” bir de arkasından kahkaha patlattı. 
                                      Bu sefer bizimki bu sohbetlerde en çok kullanılan 
                                      şakayı yaptı “Kardeşim, bütün şarkıcılar, 
                                      artistler cehennemde. Bütün arkadaşlarım, 
                                      hatta siz bile orada olacaksınız. Ben cennette 
                                      sıkıntıdan patlarım. Ne yapayım ben cenneti 
                                      en iyi yer yine cehennem” dedi. Arkadaşları 
                                      bu espriyi onlarca kez duydukları halde 
                                      katıla katıla güldüler.  Şimdi bu karanlık pis kokulu 
                                      yerde öyle yalnızdı ki. Ne artistler ne 
                                      şarkıcılar ne de dostları. Hiç biri yanında 
                                      değildi. Birden aklına bir şey gelmiş gibi 
                                      ayağa fırladı. Avazı çıktığı kadar bağırmaya 
                                      başladı “Heeey! Kimse yok mu?” Sesi yankılanmadı 
                                      bile. Karanlığın içinde boğuldu gitti. Bir 
                                      süre cevap bekledi. Hiç kimse yanıt vermedi. 
                                      Bir daha bağırdı. Bir daha bir daha. Ama 
                                      bir türlü yanıt gelmiyordu. Kızgınlığı yavaş 
                                      yavaş artıyordu. Küstahça omuz silkti. Dünyadayken 
                                      de oldukça küstahtı. Kazandığı para ve çevresi 
                                      ona büyük gurur kazandırmıştı. Bu güne kadar 
                                      hiç kimseye ihtiyaç duymamıştı. Şimdide 
                                      kimseye ihtiyacı yoktu. Sıcak boğucu kükürt kokulu 
                                      bu yerde ne parası ne işi ne de kariyeri 
                                      işe yarıyordu. Yavaş yavaş sıcaklıkta artıyor 
                                      muydu ne? Anlatılanlar doğru muydu? Burada 
                                      bir ateş gölü var mıydı acaba? Bunun artık 
                                      bir önemi yoktu ki. O aslında önceleri cehennem 
                                      diye bir yere de inanmıyordu. Beden zamanı 
                                      gelince ölecek ve toprağa karışacaktı. Yani 
                                      gerisi yoktu. Bunun böyle olmadığını şimdi 
                                      kavrıyordu. Ölümden sonra bir yer varmış 
                                      diye düşündü. Ama buraya ben neden geldim 
                                      ki? Dünyada kötü bir insan mıydım? Hayır. 
                                      İyiliklerim çoktu diye gururlandı. Kaç kişiye 
                                      yardım etmiş- fakir fukaraya yiyecek içecek 
                                      dağıtmıştı. Bunların hiç önemi yok muydu? 
                                      Demek yokmuş. Hani bir terazi olması gerekiyordu 
                                      ya o neredeydi? İyiliklerimle kötülüklerimi 
                                      tartacak. Yoktu işte. Olsaydı iyilikleri 
                                      kesinlikle ağır gelir böylece direk cennete 
                                      gidebilirdi. Böyle düşünürken kolunda 
                                      bir acı duydu.. Kolunda küçük bir yara açılmıştı. 
                                      Ama yine de büyük bir acı veriyordu. Bir 
                                      şeyle sarayım dedi. Bu sefer ayağında da 
                                      aynı acıyı hissetti. Giderek bütün vücuduna 
                                      yayıldı. Her tarafında dayanılmaz acılar 
                                      duyuyor ne yapacağını şaşırmış bir halde 
                                      kıvranıyordu. Zorla ayağa kalktı. Hiç bir 
                                      şey cehenneme gelmeme engel olmadı peki 
                                      nasıl cennete gidebilirdim? O an yine anılarına 
                                      döndü,Vapurda karşıya geçiyordu. Yanında 
                                      genç bir adam bir kitap okuyordu. Merak 
                                      etti, eğilip başlığına baktı. Başlığı görünce 
                                      içinden güldü. “Yine bu acayip dindarlardan 
                                      biri” diye içinden alay etti. Çünkü genç 
                                      adamın okuduğu kitap İncil’di. Ona bakıp 
                                      güldüğünü fark eden genç ona dönüp İncil’i 
                                      göstererek “Hiç okudunuz mu?” diye sordu. 
                                      Aynı küstah tavırla bizimki “Hayır gerek 
                                      duymadım” dedi. Genç bu alaylardan etkilenmeyerek 
                                      “O zaman Tanrı’yı nasıl tanıyabiliyorsunuz 
                                      beyefendi” dedi. Aynı alaycı tavırla “Tanrı 
                                      var mı ki ben onu tanıyayım” Ardından en 
                                      bilgiç ve babacan tavrını takınıp gence 
                                      doğru eğildi ve devam etti “Ben size bir 
                                      şey söyleyeyim mi genç adam, Sizde böyle 
                                      şeylerle uğraşmasanız iyi olur. Bunlar boşa 
                                      zaman kaybı. Sizi kandırıyorlar. Önemli 
                                      olan bu dünya gerisi hikaye dedi” Onu bu 
                                      etkileyici sözlerle ikna ettiğine emin olarak 
                                      doğruldu. Genç adam gülümsedi “Beyefendi” 
                                      dedi. “Bir gün her şey açıklığa kavuşacaktır. 
                                      Tanrı'nın varlığını reddeden siz bir gün 
                                      onu görmek için yanıp tutuşacaksınız. Lütfen 
                                      o gün gelmeden Tanrı’ya dönün. Ve sizi günahlarınızdan 
                                      kurtarıp sonsuz yaşam verme gücüne sahip 
                                      olanı tanıyın” dedi. Bizimki afallamıştı. 
                                      Bu kadar kesin konuşması onu etkilemişti 
                                      ama içindeki gurur yine kabarıp “Olabilir, 
                                      olabilir” deyip kestirip attı. O günden 
                                      sonra da bu konuyu düşünmemeye çalıştı. 
                                      Böyle şeyler ona göre değildi ki. Bir kere 
                                      çok işi vardı. Tanrı’ya zaman ayıracak kadar 
                                      boş zamanı olmuyordu. Nasıl olsa yaşlanınca 
                                      bir şeyler yapardı. Ama ya yaşlanmadan ölürse… 
                                      Bu soru kafasına takıldı? Aman canım. Nereden 
                                      karşılaşmıştı şu adamla. Hava güzel, yaşamak 
                                      güzeldi. Karanlık, sıcak, boğucu bu yerde 
                                      ve acılar içinde kıvranırken hayatın güzelliğini 
                                      şu an düşünecek durumda değildi. Kolundaki 
                                      yara sanki geçer gibi oluyordu. Ama hayır 
                                      işte tekrar başladı. Birden aklına bir şey geldi. 
                                      Bu acılar bir zaman sonra bitecekti. Bunu 
                                      düşününce biraz ümitlendi. Kıpırdadı, ayağa 
                                      kalktı. Bitecek, bitecek diye kendi kendini 
                                      telkin ediyordu. Hani insanlar cehennemde 
                                      biraz yandıktan sonra yine cennete gitmeyecekler 
                                      miydi? Tabii ya. Böyle söylendiğini de duymuştu. 
                                      Biraz beklesin bunlar geçecekti. Küstah 
                                      karakteri yeniden hortladı. Bütün bunlar 
                                      zaten onun başına gelemezdi ki. Öfke ile 
                                      kabaran bütün benliği küfür etmek oraya 
                                      buraya vurup kırmak istiyordu. Yani dünyada 
                                      ne kadar kötü hali varsa burada iki katına 
                                      çıkmıştı sanki. Bu düşünceler onu o kadar 
                                      sarıp sarmalamıştı ki giderek içinin karardığını 
                                      kötülüğünün son safhasına geldiğini gözle 
                                      bile görebilirdiniz. Pişmanlığı mı, tövbe 
                                      yi mi arıyorsunuz? Boşuna. Çünkü günahının 
                                      içinde çırpınmaya mahkum bir adamdı o artık. Anılarında tekrar onu etkileyen 
                                      bir olaya döndü. Soğuk bir kış günü şehrin 
                                      en işlek caddesinde yürüyordu. Birden birisi 
                                      ona küçük bir kitapçık uzattı. İsteksizce 
                                      aldı cebine koydu. İşyerine vardığında yine 
                                      kendini işe verdi. Öğlen yemeği sırasında 
                                      yemeğini beklerken ona verilen o kitapçığı 
                                      eline aldı. Okumaya başladı. Yine şu dindar 
                                      palavralardan biriydi işte. Başlığı: Kurtulmak 
                                      ister misiniz? Di. Güldü. Ne kurtulması. 
                                      Kitapçık onun günahkar olduğunu ve bu günahlarıyla 
                                      Tanrı'nın yanına gidemeyeceğini anlatıyordu. 
                                      Hadi canım diye düşündü. Peki nasıl gidebilirim 
                                      ki. İsa Mesih diye biri vardı. O Tanrı'nın 
                                      oğluydu ve o günahlarımız için çarmıhta 
                                      ölmüş ve dirilmişti. Ona iman edersen Tanrı'nın 
                                      yanına gidebilecektin. Bu kadar basit mi? 
                                      yani. Ben o kadar çok iyilik yapıyorum her 
                                      şeyi yapıyorum sonra Tanrı (tabii varsa) 
                                      beni cennetine almıyor da İsa Mesih’e 2000 
                                      yıl önce yaşamış ve ölmüş hatta dirildiğini 
                                      iddia eden birine iman edeni cennetine alacaktı. 
                                      Kitapçığı işine dönerken çöpe attı. Bunlar 
                                      saçmalıktı ona göre. Bunu hatırlayınca biraz 
                                      irkildi. Sanırım doğruydu diye düşündü. 
                                      Acıları artarken kendini telkine devam etmeye 
                                      zorladı kendini. Bitecek. Bitecek hala böyle 
                                      söylenip duruyordu. Ama o da ne birden önünde 
                                      bir sinema perdesi gibi bir şey açıldı. 
                                      Hayal meyal bazı görüntüler gördü. Eyvah 
                                      işte korktuğu başına gelmişti. Gördüğü şeyler 
                                      onun içindeki bütün öfke, kin, gurur, küstahlık, 
                                      duygularını kabarttı. Sahnede bir taht ve 
                                      onu üstünde Tanrı vardı. Yanında ellerinde 
                                      çivi izleri olan biri daha. Milyonlarca 
                                      beyaz giyinmiş insan meleklerle birlikte 
                                      onun önünde yere diz çökmüş ilahiler söylüyordu. 
                                      Sahne geldiği gibi birdenbire yok oldu. 
                                      Elleriyle yüzünü örttü. Keşke görmeseydim, 
                                      gözlerim kör olsaydı da bunu görmeseydim. 
                                      Ağlamak istedi ağlayamadı. Boğuk, sıkıcı 
                                      hava kükürt kokusu ciğerlerine dolarken 
                                      sıcak gittikçe de artıyordu. Ölmeliyim dedi 
                                      içinden. Ama ölemiyordu işte. Yaraları iyileşmeye 
                                      başladıkça yeniden azıyordu. En kötüsü mü 
                                      neydi. O gördüğü sahne en son damgayı vurmuştu. 
                                      Yalnızdı ve Tanrı onun yanında değildi. 
                                      Tanrı,Tanrı, Tanrı diye söylendi. O yok. 
                                      Ne dün vardı ne bu gün var ne de yarın olacaktı. 
                                      Dünyada onu istememişti ya işte şimdi Tanrı 
                                      bu isteğini yerine getiriyor. Cehennemde 
                                      onu en çok sevdiği yani kendi ve günahlarıyla 
                                      yalnız bırakıyordu. Sonunda dayanamadı. Bağırmaya 
                                      başladı “Ne zamana dek sürecek bu? Ne zaman 
                                      dek? Karanlıkta kimseden bir cevap bulamadı. 
                                      Ama içinden bir ses o çok iyi bildiği gerçeği 
                                      aklına getirdi oradan dudaklarına geldi 
                                      ve karanlık sessizliğin içinde sesi boğuldu 
                                      gitti; Sonsuza dek, sonsuza dek.  İkinci 
                                      Ev! Tahttan yükselen gür bir 
                                      sesin şöyle dediğini işittim. “ İşte Tanrı'nın 
                                      konutu insanların arasındadır. Tanrı onların 
                                      arasında yaşayacak. Onlar onun halkı olacaklar. 
                                      Tanrı'nın kendisi de onların arasında bulunacak. 
                                      Onların gözlerinden bütün yaşları silecek. 
                                      Artık ölüm olmayacak. Artık ne yas, ne ağlayış, 
                                      n de ıstırap olacak. Çünkü önceki düzen 
                                      ortadan kalkmıştır. Esinleme 21: 3-4  Gözlerini açtı… İlk gördüğü 
                                      şey ışıktı. Bu ışık yüzünden gözleri kamaşmıştı. 
                                      Alışmak için bir kaç kez sıkıca gözlerini 
                                      açıp kapattı. Sonunda iyice alıştı. Etrafına 
                                      bakındı. Gördüğü güzellik karşısında adeta 
                                      soluğu kesilmişti. Bir anda gördüğü bu manzarayı 
                                      içine sindire sindire tek tek her parçaya 
                                      tekrar baktı.Karşısında büyük bir taht vardı. 
                                      Çevresi o kadar kalabalıktı ki henüz bir 
                                      şey göremedi. Ama oradan yükselen ışığın 
                                      bulunduğu yerin aydınlanma kaynağı olduğunu 
                                      gördü. Tahtın üstünde bir takım kanatlı 
                                      yaratıklar yükselip iniyordu. Korku mu içinde 
                                      hissettiği şey korku değildi. Böyle bir 
                                      hissin artık içinden kaybolup gittiğini 
                                      hayretle fark etti. Orya bakmaktan kendini 
                                      alamadığı halde merakla etrafına göz gezdirdi. 
                                      Bastığı yer altındandı. O kadar güzel parlıyordu 
                                      ki dünyada olsa eline almaya bile kıyamazdı. 
                                      Şimdiyse üstünde geziniyordu. Burası bir şehri andırıyordu. 
                                      Ama aydınlık bir şehir. Burayı aydınlatan 
                                      şeyin ne olduğunu düşündü. Güneşi aradı 
                                      gözleri. Öyle bir şey yoktu ki. Işığın kaynağı 
                                      tahttı. Aslında orada oturandı. Sütunlar 
                                      değerli taşlarla süslü süt beyazı mermerlerden 
                                      yapılmışlardı. Ne kadar değerli şey varsa 
                                      gözlerini çevirdiği her yerde onları görebiliyordu. Birden anılarına döndü, 
                                      Yaşadığı ev gözlerinin önüne geldi. Buna 
                                      ev demek bile iltifat sayılırdı. Dış yüzeyi 
                                      zaten iyice dökülüyordu. Ama içi daha da 
                                      acınacak bir haldeydi. Yerin tahtalarına 
                                      bastıkça göçecek diye ödü kopardı. Zaten 
                                      çoğu yer deldik deşik hale gelmiş fareler 
                                      buralarda çoğu zaman oyun oynar olmuşlardı. 
                                      Çoluk çocuk kış geceleri birbirlerine sokulur 
                                      böylece titremelerini biraz olsun dindirebilirlerdi. 
                                      Çalıştığı yerdeki para ancak bu kadardı. 
                                      İyi bir işe girebilirdi ama ne yazık ki 
                                      girdiği yerler ya o İsa’ya inanıyor diye 
                                      bir an evvel işten atıyorlar ya da girdiği 
                                      yer İsa’nın istemediği bir şekilde iş yaptığı 
                                      için kendisi çıkmak zorunda kalıyordu. İşte şimdi en güzel evdeydi. 
                                      Gülümsedi. Tahttaki ışık bile onun bütün 
                                      acılarını unutturacak güçteydi. Çevresindeki kalabalığı 
                                      yeni yeni fark ediyordu. Hepsi kendi gibi 
                                      bembeyaz keten giysiler giymişler yüzlerinde 
                                      sevinç ışıklarıyla oradan oraya koşuyorlardı. 
                                      Bir gurup insan altından koca caddede hiç 
                                      duymadığı bir ezgiyle Tanrı’yı yüceltiyorlar 
                                      ve de dans ediyorlardı. İçinden onlara katılmak 
                                      geldi. Onlara doğru ilerlerken birden gördüğü 
                                      şey onu sevince boğdu. İşte yıllar önce 
                                      kaybettiği karısı bir sütunun dibinde ona 
                                      bakıyor ve gülümsüyordu. Fakirlikten yeterli 
                                      derecede tedavi görmemiş olan zavallı kadın 
                                      ölüme teslim olmuştu. Onu son gördüğünde 
                                      teni bembeyaz yüzü ise zayıf ve kemikliydi. 
                                      Gözlerinin altı morarmış zorla konuşuyordu. 
                                      Oysa şimdi gençlik günlerindeki haliyle 
                                      tam karşısındaydı. Bütün hastalığı şifa 
                                      bulmuş capcanlı pembe bir yüzle ona doğru 
                                      ilerliyordu. O da ona doğru gitti ve sımsıkı 
                                      sarıldı. Konuşamıyordu bile. Karısı dedi; 
                                      Beni gördüğüne bu kadar sevindiğine göre 
                                      O’nu ve kuzuyu görünce kim bilir ne kadar 
                                      sevineceksin. Haklı olduğunu düşündü. Caddede tahta doğru birlikte 
                                      ilerlemeye başladılar. Tatlı yumuşak bir 
                                      su sesi birden kulaklarını okşadı. Yan tarafına 
                                      bakınca bütün şehrin ortasından bir ırmağın 
                                      akıp gittiğini gördü. Bu güne kadar gördüğü 
                                      en berrak suydu. Diri su kaynağı bu olmalı 
                                      dedi. Bakılışı bile insanın içine esenlik 
                                      veren bir güzellikteydi. Pek çok kişi ırmağın 
                                      yanında oturmuş ağaçların çeşit çeşit meyvelerinden 
                                      yiyorlardı. Ağaçların canlı, yeşil ve gür 
                                      dalları göğe doğru uzanıyordu. Ama bir tanesi 
                                      vardı ki o hepsinden daha güzeldi. Her dalında 
                                      yeryüzünün en güzel meyveleri en olgun halleriyle 
                                      yetişmişti. Bu meyvelerden çıkan hoş kokular 
                                      etrafı dolduruyordu. Etrafına her ulustan 
                                      insan toplanmış meyvelerinden yiyorlardı. 
                                      Siyahı beyazı sarısı kızılı her dilden her 
                                      ırktan insan birbirlerine sarılmış ilahiler 
                                      söylüyorlardı. Şaşırdı çünkü bu insanların 
                                      çoğu dünyadayken tarih boyunca savaşmış 
                                      insanlardı. Şimdi hepsi bu düşmanlıklarına 
                                      şifa bulmuş birlikte tapınıyorlardı. Birden arkasında bir ses 
                                      “Hoşgeldin kardeşim” dedi. Arkasına dönünce 
                                      birisi ona sıkıca sarıldı. Adamın suratında 
                                      kocaman bir gülümseme ve minnettarlık vardı. 
                                      Biraz şaşırarak “Hoşbulduk” dedi. Adam “Tanıyamadın 
                                      mı” dedi. Biraz hafızsını yokladı sonra 
                                      “Pek tanıyamadım” dedi. Adam gülerek anlatmaya 
                                      başladı “ Hani bir gün otobüste sen İncil 
                                      okuyordun. Ben de senin yanında oturmuştum. 
                                      Ne okuduğunu merak edip sana sordum. Sen 
                                      de İncil’i bana verdin biraz da anlattın” 
                                      Evet şimdi anımsamıştı. Ama onun buraya 
                                      geleceğini hiç mi hiç tahmin etmemişti.Adam 
                                      devam etti “ İşte o günden sonra İncil’i 
                                      okumaya başladım. Bir kaç ay sonra da İsa 
                                      Mesih’e inandım.” Şimdi de buradayım. Sana 
                                      teşekkür ederim.” Ne diyeceğini şaşırmıştı. 
                                      Adam tekrar geldiği gibi sevinçle uzaklaştı. 
                                      Arkasından bakarken şaşkınlığı sürüyordu. Anılarında tekrar bir yolculuğa 
                                      çıktı: Bu sefer çevresinde akrabaları vardı. 
                                      Ailenin erkekleri bir içki sofrasının etrafında 
                                      toplanmış sohbet ediyorlardı. O ise onların 
                                      konuşmalarını dinliyor içinden de dua ediyordu. 
                                      Sohbetin ilerleyen ve hatta zıvanadan çıktığı 
                                      bir sırada amca bey ona dönüp “Yahu yeğenim 
                                      senin hakkında bir şey duydum, doğru mu?” 
                                      diye sordu. O da sordu “ Ne duydun amca” 
                                      “ Sen Hıristiyan olmuşsun öyle mi?” Bir 
                                      an bir sessizlik oldu. O da bütün cesaretini 
                                      toplayıp cevapladı. “Doğru amca” Etrafta 
                                      buz gibi bir hava esti. “Nasıl yani şimdi 
                                      sen bizim dinimizden değil misin?” Amca 
                                      bey ısrarlıydı. “Hayır “dedi. O zaman eniştelerinden 
                                      biri atıldı “Kim bilir kim senin kafanı 
                                      çelmiştir. Üç gün sonra unutursun” Yok, 
                                      dedi. Kimse kafamı çelmedi. Kendi isteğimle 
                                      Hıristiyan oldum. Onlara anlatmaya başladı. 
                                      İs Mesih bizim için öldü ve dirildi. Şimdi 
                                      yaşıyor. Tek kurtuluş yolu da budur. Sizin 
                                      iyi işleriniz ibadetlerini Tanı’nın yanına 
                                      gitmeye yeterli değildir. “ O şurada sözünü 
                                      kestiler. “ Ya kes tamam. Fazla anlatma. 
                                      Hadi biz işimize bakalım. Bunlarla uğraşamayız. 
                                      Hem kimseye de anlatma da ailemizi utanca 
                                      boğma” Öbürleri de onu tasdik edip arkalarını 
                                      ona dönüp içmeye devam ettiler. İçinden 
                                      ağlamak geliyordu. O anda gözyaşlarını tuttu 
                                      ama o gece uzun uzun onlar için dua edip 
                                      ağladı. O günden sonra bu konu aile arasında 
                                      açılmadı ama akrabalardan kimse onunla konuşmaya 
                                      ya da evine gelmeye tenezzül etmediler. Şimdi ise hiç tanımadığı 
                                      bir adama bir İncil verdiği için teşekküre 
                                      boğuluyordu. Bundan büyük ödül olamazdı. 
                                      Daha da ilerledi. Görmeyi arzuladığı tek 
                                      şeyi görmek için artık sabırsızlanıyordu. Kalabalığı yararak tahta 
                                      doğru koşar adımlarla gidiyordu. İşte sonunda 
                                      büyük tahtın üzerinde oturanı gördü. Bu 
                                      tarif edilmez bir sahneydi. Tanrı şimdi 
                                      gerçekten halkının arasında oturuyordu. 
                                      Tanrı insanlarla olmaktan memnun insanlar 
                                      Tanrı’yla olmaktan daha da büyük sevinç 
                                      içinde birlikte yaşıyorlardı. Aslında bu 
                                      sahneden sonra diğer gördüğü şeylerin pek 
                                      önemi kalmamıştı. Tanrı kendi sözü uğruna 
                                      ölenleri ve kendisi için çalışanları yanına 
                                      çağırıyor onlara taçlar veriyordu. Bu kişiler 
                                      ise verilenleri tekrar Tanrı'nın ayakları 
                                      dibine atıyor onun önünde secde kılarak 
                                      “ Bizler tek isteğimize kavuştuk bunlar 
                                      sana aittir ya Rab” diyorlardı. Bunlardan 
                                      şaşkına dönmüştü. Kendisi de farkında olmadan 
                                      dizleri üzerine çökmüş olanları seyrediyordu. 
                                      Öyle bir yerdi ki burası ne en uzaktaki 
                                      kişi uzak ne en yakındaki kişi yakındı. 
                                      Herkes Tanrı’ya aynı uzaklıkta görülüyordu. 
                                      İçinde sevinç ve esenlik dalgası büyüdükçe 
                                      büyüyor tapınmaya hayranlığa ve yücelik 
                                      vermeye dönüşüyordu. Ağzından farkında olmadan 
                                      övgü sözleri dökülüyordu. Birden gözleri tahtın sağında 
                                      durana çevrildi. İşte orada. Kendisi için 
                                      ta sonsuzlukta boğazlanan kuzu orada duruyordu. 
                                      Melekler onun da etrafını çevrelemiş Kuzunun 
                                      ezgisini söylüyorlardı. “Boğazlanmış Kuzu, Gücü, 
                                      Zenginliği, bilgeliği ve kudreti, saygıyı, 
                                      yüceliği ve övgüyü almaya layıktır.” Diyorlardı. Kaç gece Kutsal Kitapta 
                                      elçi Yuhanna’nın onu gördüğü şekilde tarifini 
                                      gözlerinin önüne getirmiş ve bir gün onu 
                                      görme hayaliyle yanıp tutuşmuştu. İşte hayallerindekinden 
                                      daha muhteşem biz manzara karşısındaydı. 
                                      Giysileri ayağına kadar uzanmış. Göğsüne 
                                      altın bir kuşak sarınmıştı. Başı ve saçı 
                                      ak yapağına benzer bir görünüşteydi. Gözleri 
                                      ise alev alev yanan bir ateş gibi parıldıyordu. 
                                      Ellerine baktı. İki avucunun tam ortasında 
                                      çivilerin izleri öylece duruyordu. Ona doğru 
                                      koştu ve ayaklarına kapandı “Rabbim ve Tanrım” 
                                      dedi. İsa Mesih ona elini uzattı ve onu 
                                      adıyla çağırdı. Bu isim dünyada kullandığı 
                                      isim değildi yepyeni bir isimdi bu ama onu 
                                      çağırdığını biliyordu. Gözlerini ona doğru 
                                      kaldırdı. İsa ona sarıldı. Çektiği bütün 
                                      acılar o anda geçip gitmişti. İsa’nın eline 
                                      bir şişe vardı “Bak” dedi. “Bu senin çektiğin 
                                      bütün acılarda döktüğün gözyaşları . İşte 
                                      hepsini siliyorum.” Böyle diyerek şişedeki 
                                      gözyaşlarını eline döktü. Döküldüğü anda 
                                      kayboldu. İşte bütün yaptıklarından sana 
                                      verdiğimiz ödül dedi. Başına altın bir taç 
                                      taktılar.  Sevinci binlerce kat artıyordu. 
                                      Burada sonsuzluk içinde Tanrı’yı övecek 
                                      ve yüceltecekti. O da diğerleri gibi yaptı. 
                                      Başındaki tacı çıkarıp Tanrı'nın ayakları 
                                      dibine attı. “Burada seninleyim Rab” dedi. 
                                      “Buna ancak sen layıksın” “ Çünkü benim 
                                      günahlarım için çarmıhta öldün ve dirildin. 
                                      Bende bunun için yaşıyorum ve işte bu yüzden 
                                      buradayım. Başka bir şey istemem”. Sonra başkaları da onun 
                                      yanına gelerek yeni bir ezgi söylemeye devam 
                                      başladılar. İçinden bu ne zaman dek sürecek 
                                      dedi ne zamana dek. Sonunda dudaklarında 
                                      dökülüverdi “Sonsuza dek, sonsuza dek”…
 
 |